Friday, March 30, 2007

emir bey

zarif insanlari, kisiligini insani inceliklerle kusatmis insanlari severim, önemserim. uzun zamandan beri belki hic iletisime gecmedigim ama yazilarini düzenli olarak takip ettigim bir blogger arkadasim var. kendisi TRT genclik korosunun üyelerinden, gecenlerde ogrendim ki konserleri var, bu gece elsayla kalktik gittik. elsa olmasa gitmez miydim, yine giderdim. ertesi gun isim olsa da giderdim. sevdiginiz insanlarin zor zamanlarinda yanlarinda olmak kadar, onlarin basarilarini paylasmak, destek vermek de önemlidir, belki daha önemlidir.

ben bu gece emir beyi alkisladim, yurekten alkisladim. Bana oyle geliyor ki ben emir beyi daha cok alkislayacagim.

Wednesday, March 28, 2007

rüzgar

bazen süratle giden bir arabanin camindan basimi disari cikardigimi hissediyorum bazen de o süratli arabanin uzerimden gecip gittigini.

Tuesday, March 27, 2007

gecem

bir gece ariyorum, erkenden yataga girdigim, soyle aklima hicbir sey getirmeden, saga sola donmeden, yattigim gibi uyuyabilecegim bir gece.

Sunday, March 25, 2007

'Üstad söylesin'


Soyle agiz tadiyla iki kadeh raki icip fasil dinlemeyeli epey zaman olmustu. dun gece bir arkadasimizin dogum gunu vesilesiyle kalktik gittik saz ustadlarinin soz aldigi bir mekana. bir mucizeyle karsilastik desem anlasilmayacagi, anlatmaya baslasam da sozcuklerim bu mucizeyi aciklamakta aciz kalacagi icin yukaridaki fotografi eklemeyi uygun buldum.

bana anthony queen in zorbadaki dansini hatirlatan fotografta gordugunuz 'üstad', geceye hemen yanimizdaki masadan guclu sesiyle sarkilara eslik ederek basladi. ilerleyen saatlerde restaurant müdürünün iradeleriyle masa üzerine cikarildigina taniklik ettik. Her sey o anda oldu, ben cep telefonumun kamera özelligini ikinci kez ( bir de enrico macias i sahnede cekmistim ) kullanma mecburiyetinde hissettim kendimi. alkis kiyamet üstadin masa üzerindeki dans sovunu izledik. gece boyunca tüm masalarin ilgi odagi olmayi basaran, hem gözümüze hem kulagimiza hitap eden bu essiz insanla ayni ortamda raki icmis olmayi gercek bir sans olarak kabul ettim ve gece sonunda elini sikip, geceyi unutulmaz kildigi icin de kendisine tesekkur ettim.

Buradan da kendisine selam gonderiyor, izni olmadan fotografini kullandigim icin beni bagislamasini rica ediyorum.

Friday, March 23, 2007

yanmis biletler

O gece vagonunda, sen solgun yüzün ve petrol karasi saclarinla, ben ödünç alinmis pardesümle, ne kadar gücsüzdük yanyana. Sessizdik, disaridaki goruntulere degil zihnimizdeki goruntulere bakiyorduk. Soluklarimiz ve titreyislerimiz vardi, biz yoktuk.
Birbiri hakkinda hicbir sey bilmeyen, her seyi yüzüstü birakip gitmeye hazir yanmis biletlerdik o gece o vagonda. Adsiz sansiz, ne yapmak istedigini, nereye gittigini bilmeyen mechul insanlardik. Gecenin kuralsizligina ve rüyasina teslim olmustuk seninle, gerceklerle kursunlanmis vücüdumuzla yere dusmeden önceki son noktadaydik, hala hayattaydik.
Biz seninle, düslerimizle ödüllendirildigimiz tek ve son gecede karsilastik.

Tuesday, March 20, 2007

cilgin türkler

dün gece, star- sarkici arayan yarismalardan birisini izlerken allah-u ekber nidalariyla irkildim. programin bir bolumunde aska gelen heyet-i umumiye azasi bülent ersoy ile yarismanin yapildigi salonu dolduran kitle karsilikli allah-u ekber diye bagirmaya basladilar. bir bülent hanim bagiriyor bir kitle. ilginc geldi bana, hayirlisi deyip gectim.

bu star yarismasindan sonra zaman zaman futbol programindan baska her seye benzeyebilen telegol basladi. cok sevimli bir yorumcu var orada, sanirim sanli tarihimizin essiz sayfalarini bize hatirlatmak üzere programda yer aliyor. kendisini dun gece istiklal marsinin altinci kitasini elindeki kagittan hazirolda okurken yakaladim.

arka arkaya iki program, siz deyin iste türk-islam sentezi, ben diyeyim iste lümpenlesme.

Saturday, March 17, 2007

ölü gecmis

Gecmisimizde olmayi istedigimiz ne varsa basaramayip düslerimizde gerceklestirdiklerimiz yuzunden bizi sevenleri ve bizi hic olmadigimiz birisine donusturenleri suclayabilir miyiz. insan bir yerden sonra gercekten yasamak baskasi olmaktir diyor.

Tuesday, March 13, 2007

Pessoa

"gölgelerin icindeyken, bireyciligin yasamdan hic ama hicbir sey beklememek anlamina gelen soyluluguna erissem. Dünyalar dönüp dururken, ciceklerden bir toz bulutu gibi olsam, bilinmedik bir ruzgarin gün biterken havalandirdigi, alacakaranligin uyusuklugunun rastgele yere biraktigi, daha genis sekillerin icinde secilmez olan bir bulut. Bunlarin disinda hicbir sey olmasam, hicbir seye sahip olmasam, hicbir sey istemesem..."

Fernando Pessoa seni taniyorum, cok cok eskilerden, icimdeki boslugun acildigi o belirsiz gunden beri taniyorum seni.

Saturday, March 10, 2007

gaza bak

benim cok kullandigim bir deyistir ' gaza bak '. cesitli fevkaladelikleri özetlemek icin ama daha cok bir saskinlik belirtisi olarak kullanirim bu sozu. hemen örnek vereyim, cok sarhossunuz ve sabaha karsi arkadasinizla eve donuyorsunuz, bir otobus duraginin onunden gecerken alkol limitini asmis arkadasiniz soyle diyor ' gel hadi de su otubus duraginda yatalim ' ve kivriliyor duraktaki oturma setinin üzerine. iste burada ilk soyleyecegim soz gaza bak olur. bir ornek daha vereyim mesela gunun erken saatlerinde sagopo kajmer konserine bilet almak icin ortakoyde uzunca bir kuyruk olusturmus, yaslari 14 - 18 arasinda degisen genclerden birini, elinde gazete kagidina sarilmis kutu birayi icerken gordugum zaman yine gaza bak derim ve buna bir de agiz dolusu kahkaha eslik eder.

dun gece de bahsi gectigi icin hatirladigim bir 'gaza bak' anisini da paylasmak isterim. bir 19 mayis gunu erken saatlerde telefon caliyor ve yakin bir arkadasim ' kalk haydi stada torenlere katilmaya gidiyoruz diye bir seyler soyluyor uykumun arasinda. ben once sasirdin mi abi falan diyorum, yok diyor ne sasirmasi hadi hazirlan demesiyle beraber malum soz obegi geliyor ' gaza bak ' . ben gaza bak der demez arkadasim hah iste diyor ben de bunu soylemeni bekliyordum, özlemistim gaza bak deyisini ' ve kapatiyor telefonu bana iyi uykular dileyip.

Thursday, March 08, 2007

Okuma

Bir anda aklima geldi, olur mu olmaz mi bilmiyorum ama uygun bir zaman belirlense acaba bu blogu takip edenlerle ortak bir kitap okumasi gerceklestirebilir miyiz diye dusundum. ilginc bir sey olabilir sanki, ne dersiniz?

Baudrillard

Baudrillard da göctü gitti iste. Severdim kendisi bir ahpabim gibi, kimlik calismalari konusunda hatta daha bircok konuda ufkumu acmisti simulasyon kavramiyla. son iki üc senede iyice yakinlasmistik. isaretler, kodlar, modlar dünyasinda söylem analizinin, ideolojinin pek de degeri kalmadigini, sinirsiz, kesintisiz ve icice gecen görüntülerin sonucunda gercek diye bir sey olmadigini, neyin gercek neyin sahte oldugunu anlayamaz hale geldigimizi isaret ediyordu.

Cenazesini televizyondan canli izlersek eminim bize uzaklardan su soruyu soracaktir, ben gercekten öldüm mü?

Sunday, March 04, 2007

Dr. Fincher

tuhaf insanlari sever, onlarin tuhafliklarini dikkatle incelemeye calisirim. her türlü yaraticiligi körelten toplumsal degerlerin, degistirilmesi ve sorgulanmasi teklif bile edilemeyecek tabularin kirilmasinda tuhaf insanlarin tuhafliklarina ihtiyacimiz oldugunu dusunurum.

Dr. Fincher'dan bahsedecegim. Kendisinin tuhafliklarina, saplanti ve takintilarina gectigimiz yaz sahit oldum ve o gün bugundur sagda solda ben Dr. Fincher in hastasiyim diye gururla gezinirim. Augusten Burroughs'un ' Elde Makas Kosmak ' kitabinda anlattigi ilginc yasam oykusunun icindeki ilginc karakterlerden birisi Dr. Fincher. Hastalarina alisilmadik tedavi yöntemleri uygulayan, muayenehanesini kendi takintilarina gore düzenleyen, kucuk kizina 18 yasina geldiginde manevi ailesini secme izin veren ve haftasonlarinda onu manevi ailesinin yanina gonderen bir psikiyatr oldugunu ögrendigimde kendisiyle tanismayi gonulden istemistim.
Halen bu istegimi gerceklestiremesem de bugun sevincle ögrendim ki Elde Makas Kosmak sinemaya uyarlanmis ve önümüzdeki günlerde gösterime girecekmis. Bu demektir ki Dr. Fincher la sürprizlerle dolu bir randevumuz daha var. Filmin gösterime girecegi günü merak ve heyecanla bekliyorum.

Dr. Fincher, doktorum benim.

Friday, March 02, 2007

Kravat


uzun zaman oldu kravat takamiyorum oysa boyun kismini dedemden ogrendigim sekliyle bir ucgen haline getirerek baglamayi ve uzunca bir sure ayna karsisinda kravat - gomlek - ceket uyumunu sagladim mi saglayamadim mi acaba diye dusunmeyi severim.

kravati kimi cevreler ideolojik bir sembol olarak degerlendirir, kravat takmayislarini ait olduklari grubun bir gerekliligi gibi kabul ederler. hocam olmadigi icin kendimi sansli hissettigim bir ogretim gorevlisi bana kasilarak soyle demisti 'ben hic kravat takmam, devletle isim olmaz'.

ideolojinin daha biz dunyaya gelmeden bize hakim olan ve yasamimiz boyunca da yaptigimiz her pratikte bize hakim olacak olan egemen dusunceler sistemi oldugunu dusundugumde devletle arasina mesafe koymak icin kravat takmayan bir kisinin tam da devletin kendisine bictigi rol geregi ideolojinin yeniden üretimine katkida bulundugunu düsünememis olmasi tuhafima gidiyor.

bazi dusunceleri icsellestirememis ama onu yarim yamalak da olsa sahiplenmeye calisirken savundugumuz dusunceye degil onun tam zitti bir dusunceye hizmet ettigimizi goremeyiyoruz. iste ideoloji boylesine gorunmez bir sistem dahilinde isliyor.

Ben bu yazida kravatlari ne kadar cok sevdigimi soylemek istiyordum, bakin neredeyim, neden ?
cool hit counter