Wednesday, December 28, 2011

gece

dün gece, bir bekar evinde, üc arkadas basbasa.

ikisi disaridan gelir, birinin kafasi hafif dumanli -dertli-, digeri alkole tovbe ettiyse de icki masalarinin hala vazgecilmezi -kaygili-. evdeki, star trek türü bir film acmis, izlemekte. gelenlere ve o esnada olabilecek her seye kayitsiz -gergin-.

rakiya devam edelim, dur dur önce karnimizi doyuralim. sahi, ekmegimiz var mi. var eski kasarimiz bile var. kessene ondan biraz yumurtaya da koyalim. tamam. hadi koy su rakini da masaya gecelim.

aramayacak misin. ariycam, su yemek bitsin. hey oglum, birani alip bize katilsana. sessizlik. kaygili olan telefonda, fransa'daki karisiyla rutin bir konusmada. dertli olan masa basinda, yine küskün ve kirgin, kim bilir icinden nelere yaziklaniyor. digeri malum, televizyonda.

hey suraya bak, aznavour, sarkozy'e tesekkurlerini sunmus. oglum, sussana iki dakika karimla konusayim. mesgul etmesene kizi...

tutamayiz zamani, araya sarkilar girer, star trek biter, birkac kucuk satasmanin sonunda biri yataga gider. digerleri masada kalir. televizyonda bu sefer 'ses' diye bir film vardir, sesi kisiktir.

yahu su kiza baksana, ne filmi bu boyle, kiz dehset icinde, suratindaki ifadeye bak, depresif ama guzel degil mi. off hep ayni kadinlari begeniyorsun. olabilir. hadi bir sarki soyle. soyluyorum, gel gonlumu yerden yere vurma güzel ne olursun. zeki müren'den mi. evet, evet elbette.

Monday, December 26, 2011

2011 biterken

bir sene daha bitiyor iste, korkularim, umutlarim, özlemlerim bu senenin sonunda her sene oldugundan daha fazla degisiyor.

yasamin her anlamda ve alanda hizlanmasi korkutucu. artik herkes dünyanin herhangi bir yerinde yasanan olayin kendisiyle degil o olaydan nasil haberdar olduguyla ilgileniyor. olay üzerine düsünmektense olayi mumkun oldugunca cok insanla paylasmayi önemsiyor. bir dolu konu üzerine, yiginla bilgiyle uyarilan zihinler kötürüm oluyor ve yabancilasma basliyor. elestirel dusunceyi, yeni bir ifade bicimini ara ki bulasin.

butun bu tekduzeligin, siradanligin icinde duygularin da alinip satildigi bir döneme girdigimizi hissediyorum. en hakiki duygular, bir yerlere yetisme ya da laf yetistirme telasinin arasinda kaybolup gidiyor. durup dusunmekten, aklina gelen bir fikri oturup genisletmekten, derinlestirmekten ve cozumlemekten uzak duran, butun bunlara hic gerek duymayan nesiller yetisiyor. hep bir seyi kacirdiklarina inandirilan, bu yuzden de asla tatmin olmayan, doymayan, her seye bir anda ve birarada sahip olmaya calisan gencler.

yine de ben onlardan yanayim, yasamin sirrinin, oscar wilde'in dedigi gibi genclikte olduguna inananlardanim. bana neseyi de, yasam sevincini de yazma hevesini de en cok onlar veriyor diyebilirim.

2011, üniversitenin sinirlari disinda oldugum en uzun seneydi sanirim. yogun, yorucu biraz da yipratici bir sene oldu benim icin. hic bilmedigim calisma tempolarina, insan iliskilerine ayak uydurmakta sanirim biraz zorlandim. en fenasi kendi okuma ve düsünme süreclerimin disinda, hayal dünyamin epeyce uzaginda kaldim. gecen gece sogukta donmak üzereyken bir arkadasin yanima gelip 'beyefendi, evinizde oturup los isik altinda makale okumaya hic benzemiyor, degil mi' diye sormasi aslinda 2011'in özeti gibiydi.

herhalde, aznavour'u sahnede görmüs oldugum bir seneden sikayet edecegimi düsünmüyorsunuz degil mi. 15 gün icinde enrico macias ve charles aznavour konserleri. asla unutamayacagim eylül günleri.

2012'den umutluyum, umutlu olmak istiyorum. hüzünle degil neseyle tanimlanan bir yil olur umarim.

Saturday, December 10, 2011

sokaklar geciyorum sizim hüznüm gölgem benim

aksam eve donerken, o güzel serinlikte ve sessizlikte bos sokaklarda yürürken yine ne cok düsünceliydim. ne yapiyorum allah askina ben bu hayatta sorusu düsmüyor yakamdan. ben bu hayatta olmadik seyler yapiyorum, mesela züppelik yapiyorum bazen. söyle kuruluyorum bir koseye, herkese veryansin ediyorum, nasibini almayan kalmiyor. kimi zaman kendi konusmamin sehvetine de kapilarak iyiden iyiye sertlesiyorum, yanimda olanlari da süphesiz geriyor ve sasirtiyorum. daha da kötüsü dikkatim dagiliyor, ortamdan uzaklasiyorum, yabancilasiyorum.

düsündüm de cogu zaman, bir romanin atmosferini ya da bir roman kahramanini anlamak icin harcadigim cabayi, yani basimda benimle sohbet eden insanlari anlamak icin harcamiyorum. bir kahramanin durdugu yerden dünyayi nasil algiladigini anlayabilmek icin kendimi paraliyorum, yazarin verdigin en kucuk ayrintiyi bile kacirmamaya calisiyorum ama is gercek yasama geldi mi, bu gercekligi hafife aldigimdan mi yoksa roman kahramanlarini cok daha derinlikli buldugumdan midir bilinmez, bir vurdumduymazlik, aldirmazlik sariyor beni. elbette benim icin cok özel birkac kisiyle konusurken, onlari bir romani okurcasina dikkatle, özenle, tüm benligimle dinliyorum.

galiba kalabalik ortamlarda dengem bozuluyor. ve kendime yönelttigim bu elestiri de böyle kalabalik ortamlarda gecerli oluyor. yine de elestiriden iskonto yapmaya calistigim düsünülmesin. roman kahramanlarina gösterdigim ilginin aynisini bana ictenlikle, güvenle ve sevgiyle yaklasan herkes istisnasiz hak ediyor.

hayal etmek öyle bir sey ki, bazen bir roman olmasi da gerekmiyor, okudugum herhangi bir seye olaganüstü bir dikkatle ve okuduklarimi kafamda bir resmin icine yerlestirmeye calisarak bakiyorum. dolayisiyla da samimiyetle yazilmis herhangi bir yaziyi, oradaki duygulari, tam da anlatilmak istendigi gibi anlayabilmeyi basarabiliyorum. ve hayatimda sanirim basardigim ve bana tarif edilmez bir mutluluk veren tek sey bu.
cool hit counter