Friday, February 29, 2008

sami önal

dükkaninin kepenklerini kapali görüyordum son gunlerde, herhalde isvicre'ye gitti diye düsündüm. gecen sabah elime tutusturulan gazeteyi karistirirken gördüm ki isvicre'den cok daha uzaklara gitmis sahhaf sami önal. isvicre'de gecirdigi kalp krizi sonucu öldügünü yaziyordu gazete. tutamadim kendimi aahh deyiverdim seslice herkesin sessizce oturdugu yerde.

yedi sekiz seneye dayaniyordu sami beyle olan hukukumuz. dükkanindan iceriye biraz da cekinerek girdigim günü dün gibi hatirliyorum. burhan belge'nin ikinci dünya savasi sirasindaki radyo konusmalarinin derlendigi bir kitabi ariyordum, sami bey her zaman yaptigi gibi raftan büyük bir özenle cikarip vermisti kitabi. o günden sonra sami beyin dükkani benim icin bir kacis yeri haline geldi. kısa araliklarla gider, uzun saatler gecirirdim sami beyin kitaplarinin arasinda ve diyebilirim ki kendimi en rahat hissettigim sahhaf dükkani onunkisiydi.

catik kasli, sert mizacli biriydi sami bey, bir kitap icin talep ettigi fiyattan kolay kolay da taviz vermezdi. sanirim kitaplarindan uzaklasmak istemiyor olusuna dayaniyordu yüksek fiyatlari. onun bu bagliligini anliyordum ve bizim gibi iki mesafeli insani yakinlastiran da buydu, kitap tutkusuydu. kimi zaman dertlesirdik, yorgundu, yillar önce oglunu kaybetmisti, onun üzüntüsünü tasidigini hep hissederdim, gecen sene torunu hastalandiginda iyice gücsüzlesmisti sanki, aman sami bey siz kendinize dikkat edin lütfen demistim.

gercek bir sahhafti sami bey, bir kitabi baskisiyla, imzali olup olmayisiyla, cildiyle her seyiyle degerlendirirdi. hangi kitabin hangi tarihte hangi yayinevinden basildigini size hic duraksamadan söyleyebilirdi. yine bir gün hüseyin cahit'in kavgalarim adli kitabini ariyordum, sami bey neden onu ariyorsun, hüseyin cahit'in siyasi hatiralarinin icinde de vardir o kavgalar diyerek bana yol göstermisti. iste bu yönüyle de gercek anlamda bir sahhaf oldugunu gösteriyordu.

gün gelir kitabin fiyati konusunda uzlasamazdik, elim bos ayrilirdim dükkandan. ne olursa olsun hicbir zaman birbirimizi kirmayisimiza, kirici olabilecek sözcükler dahi kullanmamis olmamiza seviniyorum.

sami beyi özleyecegim, onun dükkaninda gecirdigim huzur dolu saatlerin eksikligini hissedecegim.

Wednesday, February 27, 2008

bülent ersoy

bugun bülent ersoy'un ismini görmeye alisik olmadigimiz iki yerde, dtp grup toplantisinda ve taraf gazetesinin mansetinde gördük. ersoy'un pazar gecesi popstar programinda söyledikleri tasidi kendisini gündemin bas kosesine. cocuklar ölüyor, benim cocugum olsa askere gödermezdim diyordu ersoy. bu sözlerini, söz konusu türkler ve türklük oldugunda mangalda kül birakmayan, türkler olmasaydi tarih öksüz kalirdi diyebilecek kadar hamasetin icine batan, müzikolog mu, sosyolog mu yoksa tarihci mi oldugunu hala anlayamadigim orhan gencebay sus pus otururken söylüyordu. ebru gündes'in ezberden söyledigi sehitler ölmez vatan bölünmez sözlerini, klisedir bu sözler, cocuklar ölüyor savaslarda diye suratina carpiyordu.

bülent ersoy, savasa karsi cikmak ve vicdan sahibi olmak nasil konusmayi gerektiriyorsa öyle konustu pazar gecesi. insan yasamini baska her seyden üstün tutarak yüreklice konustu. ülkemizde yüreklice konusmak herkese vergi bir is degildir bilirsiniz. bilirsiniz ki, söz konusu vatan olunca ölmenin de öldürmenin de hakli gösterildigi bir ülkede yasariz biz. aramizdan biri cikar da "savasta cocuklar ölüyor, cocugum olsa askere göndermezdim" derse hemen sorusturma acar, halki askerlikten sogutuyor diye hapis cezasi talep ederiz hakkinda. böyle bir ülkeyiz savas cigirtkanligi yapanlari alkislar ve kahraman eder, baris isteyenleri susturur ve cezalandiririz.

pazar gecesi söylediklerinle, evlerinde acili yürekleriyle savasa giden cocuklarini bekleyen annelere selam gönderen bülent ersoy, bu yazi da benden sana selam olsun.

Thursday, February 21, 2008

galip-maglup

sloganlarla konusmaktan hoslanan biri degilim. tek cümlelik yasam felsefelerine de inanmiyorum. yine de bazi söz öbekleri beni hayli cezbediyor. mesela "galiptir bu yolda maglup" diye bir tabir vardir. insanin ne galip ne de maglup oldugunu söylediginden pek severim bu cümleyi. galip gelmeyi ne kadar istesek de bana kalirsa insanin galip geldiginde aldigi haz, galip gelmek ugruna yasadiklarindan aldigi hazdan daha az. galiba esas olan galip gelmek degil mücadele etmek.

Tuesday, February 19, 2008

nefes

kim-ki duk ve nefes, bana bu gece ölüm ve mutlulugun cok da farkli seyler olmadigini söylediler. ölümün bilgisine asla ulasamayacak, onu anlatamayacak olmaktan yakinir bazi yazarlar. öyle saniyorum ki en az ölümün bilgisine ulasmak kadar güctür mutluluga ulasmak. yasamimiz boyunca mutluluk olarak gördügümüz, mutluluk olarak bize sunulmus her sey aslinda mutluluk degil, onun asla gerceklesmeyecek olan vaatleri.

nefes almadan gecirilen bes dakikadan fazla sürmüyor sanirim mutluluk, bu bir idam mahkumu icin de böyle, özgür oldugunu düsündügümüz bir kadin icin de.

gerisi, filmin sonundaki o anlamli sarkinin bize fisildadigi gibi : beyaz karlar düsüyor, yüregim kederle dolu.

Monday, February 11, 2008

tesadüf

taraf gazetesinin her gün farkli mesleklerden ünlenmis sahsiyetlere sordugu 20 soruyu hic istemesem de ben de zihnimden yanitliyorum. dikkat ettim bazi sorulara verdigim cevaplar günden güne farklilik gösterirken tek bir soruya her gün ayni yaniti veriyorum. en sevdiginiz kelime? cevabim ilk günden bu yana hep ayni : tesadüf.

gecen gun kitaplarin tozunu alirken bir yandan da rastgele sectigim birkac tanesinin üc-bes sayfasini okurken refik halid karay'a rastladim. ago paşanın hatirati, iste ne zamandir elimi sürmedigim bir kitap, ortasindan acip da biraz okuyayim dedigim anda 'tesadüfe dair' bölümü cikti karsima. refik halid'in tesadüf sözüne nasil baktigini buradan da aktarayim istedim.

"iste tanidigim kelimelerin en müthisi, en korkunc ve en sevimlisi. dünyada tesadüften mühim hangi kuvvet, hangi nufuz vardir. tesadüfün yaptigini ne yapabilir. bütün bir hayatin esasini tesadüf teskil etmez mi. insan tesadüflerle mesut veya bedbaht olduktan sonra, yine tesadüflerle hayattan cekilip gitmez mi. Bugunku vaziyetimizi muhakkak bir tesadüfe medyunuzdur, yarinki de öyle, ta son nefesimize kadar..."

refik halid'in ahengli ve akici dilini ne kadar özledigimi düsünürken, keske son yillarda sabahattin ali'nin yeniden kesfedilisi gibi refik halid'in essiz uslubu da yeniden kesfedilebilse diye ic gecirdim.

Thursday, February 07, 2008

rejans

bir aile dostumuz, "hatiralar odasidir burasi" derdi rejans icin. simdi bu hatiralar odasinin kapisi kapatilacak diyorlar. bizi biz yapan, kimligimizin bir parcasidir diyecegimiz ve asla reddedemeyecegimiz bazi seyler vardir. onlari reddetmek bir anlamda kendimizi de reddetmek anlamina gelir. gecmiste el ele kol kola dolastigimiz dost dedigimiz insanlari seneler sonra uyusamadigimiz, ters düstügümüz icin reddetmek olmaz, onlar kimligimizin parcalaridirlar.

rejans da sehrimizin, istanbul'un kimliginin bir parcasi, onu olusturan sayisiz tarihi zenginliginden bir tanesi. her seyin ötesinde bir restauranttan daha fazlasidir rejans. uzayip giden derin ve dikey sohbetlerin yapildigi, kadim dostluklarin katmerlendigi bir yerdir benim gözümde. oraya dair göz alici netlikte fotograflar yok buraya koyabilecegim, oraya dair tüm fotograflar zihnimde, biraz silik, biraz tozlu. bilirsiniz elbet, en guzel fotograflar en net fotograflar degildir her zaman.

Saturday, February 02, 2008

yasam

hangi günümüzü yasama bagislanmis sayabiliriz. bir günümüzün yasama bagislanmasi icin ne yapmaliyiz, ne yapabiliriz. bilge karasu olsa sevismesiz gececek bir gün yasama bagislanamayacak, bos bir gündür derdi. yasamimizi dolduran, sabahtan aksama ugrastigimiz isler acaba o gunu yasama bagislanmaya deger kilan seyler midir.
degisimsiz gecen saatler, anlamli kilamadigimiz gunler, sorgulamaya gücümüzün yetmedigi inanclar ve istekler agir agir tüketecekler yasami, yasamlarimizi.
cool hit counter