Tuesday, August 31, 2010

andré ve dorine


bu fotografa bu gece tesadüfen denk geldim, duygulandim. andré gorz'un eşi dorine'e yazdigi son mektubu, bir ask hikayesini birlikte okumustuk. okudugumuz satirlar büyülemisti bizi, kendimi sansli hissetmistim, dorine'in sevme becerisine ve yürekliligine sahip, gözleriyle seven, yasamin kucuk mutluluklarini yakalayip yasayabilen biri vardi yanimda. birkac gün gecmisti ki bu fotografi duvarinda gördüm, gözünün önüne koymustu andré ve dorine'i, sevmisti onlari, cok sevmisti, onlarin sevgisini derinden hissedebilecek zarafete ve yürege sahip biriydi.

Biliyorum ki, bu fotograf hala elinin altinda bir yerlerde duruyor, onun gözlerini parlatiyordur.

elsa'nin gözleri

öyle derin ki gözlerin icmeye egilince
yansidigini gördüm orada tüm güneslerin
oraya siginisini bütün ümitsizlerin
öyle derin ki bellegim kayboldu iclerinde.

aragon

Sunday, August 22, 2010

iki kitap

tam yatmaya hazirlaniyordum ki dur dedim kendime, not al su haberi bir koseye. iki büyük yazarin, eserleriyle yasamima güzellikler katan iki parlak zekanin kitaplari cikiyor pek yakinda. bir tanesi coktan cikmis bile olabilir, andré gide'in otobiyografisi 'tohum ölmezse', bizlere can yayinlarinin bir armaganidir. dogrusu, beni oturdugum yerden ziplatacak kadar heyecanlandiran bir haber oldu. okumustum bu kitabi, andré gide ve oscar wilde iliskisinin detaylarini merakla arastirdigim zamanlardi, ne ki gide'in bu konuda hayli ketum davrandigini görmüstüm. simdi türkce cevirisini bambaska gözlerle okuyacagim ve eminim gide'in hayatina iyiden iyiye nufuz edebilecegim.

ve orhan pamuk, onun kitabini nisandan beri bekliyordum nihayet cikiyor. bilmem, onunla ayni dili konusuyor olmanin ne denli büyük bir ayricalik oldugunu söylemeye gerek var mi. onun sözcüklerine, bakisina, anlatimina her seyin ötesinde ihtiyac duyan biriyim ve "manzaradan parcalar" kitabini tarifsiz bir heyecanla bekliyorum.

Friday, August 13, 2010

istanbul hatirasi lokantasi

bir ahmet ümit - istanbul hatirasi heyecani sarmis dört bir tarafi, baktigim her yerde bir ahmet ümit hayrani. 'ahmet ümit - istanbul hatirasi enfesti şiddetle tavsiye ediyorum' - ' istanbul hatirasini nasil buldun, harikaydi degil mi', aklima olmadik seyler geliyor, diyorum ki istanbul hatirasi diye bir mekan var, isletmecisi de ahmet ümit diye bir adam. edebi sohbetlerin geldigi veya gelecegi nokta sanirim burasidir. gecenlerde bir programda rousseau'nun bir sözü aktarildi, hakki devrim bahsi gecen sözü hatirlayamadigini söyledikten sonra sordu, 'acaba emile'den mi bu sözler', yok efendim rousseau'dan dediler kendisine.

Sunday, August 08, 2010

inatla yasamak

gustave flaubert, oldukca genc bir yasta isyan ediyor ve kabullenemiyordu, 'öylesine gencim ve öylesine bikkin, yasamak bu mu' diye soruyordu. onu saran bezginlikten kurtulmak istiyordu, hayallerine, cocukluk hatiralarina tutunuyordu. bugun ben de ayni soruyla basbasayim, belki onun bu sözleri ettigi yastan biraz daha fazlacayim ama hala gencim sanirim ve su akip giden yasama bir parca daha neseyle katilmak istiyorum.

Tuesday, August 03, 2010

le refuge

sevgili kardesim françois,

goruyorum ki son zamanlarda cocuk özlemi sende her türlü özlemin önüne gecmis durumda. son filmini nihayet dün aksam görebildim ve aklima ilk gelen cümle bu oldu. yanlis anlama sevdim filmi, zaten güzellik anlayisina, estetik algina, sanatina ne denli hayranlik duydugumu bir kez daha yinelememe gerek yok sanirim. hepimiz belki büyük acilardan sonra belki de basimiza bir felaket gelmeksizin kendi icimizde bir yer bulmaya calisiyor, yasama mümkün oldugunca az katiliyor ve bizi kendimizle tanistiracak, düzlüge cikaracak, ayaga kaldiracak bir imkan ariyoruz, kendimizi o sessizlikte daha iyi taniyacagimiza inaniyoruz. siginak isimini secmis olmani bu yüzden cok yerinde buldugumu söylemeliyim. madde bagimlisi mousse'un (nereden de bulursun bu isimleri) sevgilisini yitirdikten ve karninda onun cocugunu tasidigini ögrendikten sonra onu doganin tüm cesitliligi ve renkleriyle yasandigi bir yere göndermis olman beni büyüledi dogrusu.

belli ki hamilelik sürecinde yasanan fiziksel dönüsüm ilgini cekmis ve sirf bu nedenle neredeyse filmin merkezi mousse'un büyüyen karni olmus cikmis. hakkini yiyemem, bu noktada anneligin idealize edilmesinden duydugun rahatsizligi da belli etmissin. mousse'un dogacak bebegine olan duyarsizligi (onunla hic konusmadigini özellikle vurgulamak isteyisin), cocugu belki de yalnizca yitip giden sevgilisini yasatabilmek, onun boslugunu doldurabilmek icin kabulleniyor olusu, kendisini toparlayabilmek icin aslinda bir cocuga degil ona sevmeyi, sevilmeyi yeniden hatirlatacak birine ihtiyac duydugunu gösteriyor bize.

ona böyle bir imkani da ölen sevgilisinin kardesi paul'u karsisina cikararak veriyorsun, ne var ki bu imkanlar hep bir imkansizlikla karsimiza gelir degil mi dostum. mousse'un kalbi yumusamaya baslar, bir de bakar ki paul escinsel. aslina bakarsan bu siginak mousse'un siginagi gibi görünse de bu film paul'un filmi bence, ne dersin. onlari yanyana bir banka oturttugun sahne var ya, hani mousse soruyor paul'e, 'gercekten sevdigin bir sey oldu mu' diyor. paul'un cevabi aslinda seni neden sevdigimi de acikliyor. 'evet, asla gerceklesmeyecek bir seyi sevdim.' Filmin sonunda, paul'a asla gerceklesmeyecek dedigi seyi veriyorsun, onun düsünü gerceklestiriyorsun ve sen her zaman, en güzel seylerin düslerde gerceklestigini büyük bir ustalikla anlatiyorsun.

ah bir de o muzik, mousse'un o ezgileri duydugu ilk sahne, harikaydi.

Sunday, August 01, 2010

iste öyle bir sey

biraz önce eve dönerken ezan okunuyordu ve ben biraz sarhos gibiydim. sarhos gibiyken eve yürüyüslerimde kendime uzaktan soyle bir bakiyor ve kayda deger bir sey bulamiyorum. gülüyorum kendime, ne sersem biri oldugumu hatirliyorum. oysa öyle cok da icmiyorum epeydir, oluyorsam bir basima sarhos oluyorum, belli belirsiz sarkilar mirildanarak kayboluyorum gecenin icinde. hani söyle yani basimda deniz olsa, bir masaya dayamis olsam dirseklerimi ve gözlerin gözlerime degse eminim baska olurdu. ben bu aralar en cok denizi dinlemek istiyorum, uzun uzun dinlemek istiyorum söylediklerini. deniz yani basimda, sen tam karsimda oldukca belki birkac dize gelir aklimiza, belki can yücel'den hatirladiklarimiz olur,

sirtimda ciplak islak nefesin
bir gidip bir geliyor

biz senlen yatmiyoruz ki
yasamiyoruz da
hep yarisiyoruz
sen mi ben mi
önce kim
ölümü öldürecek diye
cool hit counter