kandil gecesi
diyanetin regaib kandiliyle ilgili yaptığı açıklamayı okuyarak başladım güne. 'Regaib Kandili, bitmek tükenmek bilmeyen arzu ve isteklerimizin, bizi esir alan aşırı tutkularımızın ve bütün bu arzular doğrultusunda ortaya koyduğumuz çaba ve gayretlerimizin muhasebesini yapmamız için bize lütfedilen mübarek bir gecedir.' diyor diyanet başkanı. gerçekten de öyle, modern yaşamın dayattığı dizginlenmez bir yaşam arsızlığını dengeleme, durup düşünme gecesidir bu gece.
tutkuların terbiye edilmesi, arzulara gem vurulması aklima hemen arzuyu ve tutkuyu yücelten yazarları getiriyor. edebiyat tutkuyu yüceltir, edebiyat karanlık köşelere gizlenmiş şehveti ayağa kaldırır, evet bunları yapar ama her şeyden evvel insanı edep sahibi yapar edebiyat. kendilerini maddi yaşamın vasatlığında, ihtirasla ulaşmaya çabaladıkları başka dünyalarda arayanlar, kendinden daha çok başkalarına bakan ve onların oyalayıcı pohpohlamaları olmadan yaşayamayanlar, edebiyatın birey oluşumuna katkısından asla nasiplenemezler. yaşam, sevgiyle, hissederek, kendini unutarak yaşanacak bir yer olmaktan çıkar, hırçınlıkla, mücadeleyle ele geçirip alt etmeye çalışacakları bir yer haline gelir.
bütün bu düşünceler içinde vapura bindim. elimde ilhan berk'in paris günlükleri, bir cümlesi dikkatimi çekti. "selim turan'a gittim. büyük bir oda. ince bir karısı var. biz resimlere baktık, konuştuk, o da akvaryumdan gözünü ayırmadı. ona, bir ona baktı iki saat, gözünü ayırmadan." akvaryuma ya da diyelim bulutlara gözünü ayırmadan iki saat bakacak birine tahammül edilecek zamanlarda değiliz diye düşündüm.
sayfaları çevirdim ilhan berk'in bavyeralı sevgilisiyle karşılaştım. 'kitapları, mektupları, bir de kendini bırakmışlığı var' dediği sevgilisiyle. yatakta üç gün 'paris est une féte' okudukları, 'suskunluğu anlatılmayacak kadar güzel' olan sevgilisiyle. ne diyeyim kıskandım ilhan berk'i, yanımda geceleri ilhan berk şiirleriyle dolduracağımız bir sevgilim olsun istedim.
tutkuların terbiye edilmesi, arzulara gem vurulması aklima hemen arzuyu ve tutkuyu yücelten yazarları getiriyor. edebiyat tutkuyu yüceltir, edebiyat karanlık köşelere gizlenmiş şehveti ayağa kaldırır, evet bunları yapar ama her şeyden evvel insanı edep sahibi yapar edebiyat. kendilerini maddi yaşamın vasatlığında, ihtirasla ulaşmaya çabaladıkları başka dünyalarda arayanlar, kendinden daha çok başkalarına bakan ve onların oyalayıcı pohpohlamaları olmadan yaşayamayanlar, edebiyatın birey oluşumuna katkısından asla nasiplenemezler. yaşam, sevgiyle, hissederek, kendini unutarak yaşanacak bir yer olmaktan çıkar, hırçınlıkla, mücadeleyle ele geçirip alt etmeye çalışacakları bir yer haline gelir.
bütün bu düşünceler içinde vapura bindim. elimde ilhan berk'in paris günlükleri, bir cümlesi dikkatimi çekti. "selim turan'a gittim. büyük bir oda. ince bir karısı var. biz resimlere baktık, konuştuk, o da akvaryumdan gözünü ayırmadı. ona, bir ona baktı iki saat, gözünü ayırmadan." akvaryuma ya da diyelim bulutlara gözünü ayırmadan iki saat bakacak birine tahammül edilecek zamanlarda değiliz diye düşündüm.
sayfaları çevirdim ilhan berk'in bavyeralı sevgilisiyle karşılaştım. 'kitapları, mektupları, bir de kendini bırakmışlığı var' dediği sevgilisiyle. yatakta üç gün 'paris est une féte' okudukları, 'suskunluğu anlatılmayacak kadar güzel' olan sevgilisiyle. ne diyeyim kıskandım ilhan berk'i, yanımda geceleri ilhan berk şiirleriyle dolduracağımız bir sevgilim olsun istedim.
0 Comments:
Post a Comment
<< Home