Tuesday, December 29, 2009

yasamak

yillar geciyor ve bu dünyayi, icindeki duygulari, sundugu güzellikleri tanimaya devam ediyoruz. iste gökyüzü, iste yildizlar, ne cok sey anlatiyorlar, bir dinlesek, bir kulak versek. olmuyor, buhranlarimiz, bunalimlarimiz, bitmek bilmez sikintilarimiz var bizim. korkmusuz bir kere, kimi zaman küsmüsüz birbirini tekrarlayan günlere, biteviye devam eden degisimsiz gecelere. basimiza yorgani cekip uzunca bir süre uyuyalim istiyoruz, elleriyle gözlerini kapamis korku dolu bir sahnenin gecmesini bekleyen kucuk cocuklar gibiyiz. biz uyuyalim, tanri bizi ilginc bir seyler oldugunda uyandirsin istiyoruz. cok gecmeden ilginc bir seyler olur hayatimizda, olmaz dedigimiz seyler oluverir, sürprizli bir yerdir dünya ne de olsa. iste o zaman saskinlikla anlariz dünyanin muzir bir cocugun eliyle yaratildigini ve bazen biz o cocuktan vazgecsek de o cocugun bizden vazgecmeyecegini görürüz. madem bir cocugun eliyle yaratilmis dünya, biz de ona bir cocugun gözlerindeki dikkat ve merakla baksak büsbütün yalniz ya da büsbütün mutsuz olmadigimizi da anlariz belki. öyle ya, bir kar tanesine bile ilgiyle bakmak degil midir yasamak.

Sunday, December 27, 2009

'bir kitabim var' demenin gururu

"bir yerde okumustum, 'artik insanlar bir de kitaplari olsun istiyor' gibi alayci bir gondermeydi. can yayinlari'nda editorluk yaptigim icin gelen dosyalar bu göndermeyi dogruluyor. bir kitaplari olsun ama ille de roman olsun saptamasini da ekleyebiliriz buna. ama 'ille bir kitabi' olsun isteyenlerin bilmedikleri ya da bilmek istemedikleri bir konu var: Dil. Türkce. yazim hatalari ile dolu, bozuk bir turkceyle yazilmis dosyalar geliyor önümüze. okumakla edinilen birikime ulasmadan calakalem yazdiklarinin bir an önce kitaplasmasini istiyorlar. "

cemil kavukcu böyle söylüyor, böyle söylemekle de ne kadar hakli diye düsünüyorum. belli bir edebi birikime sahip olmaksizin, neredeyse hic okumaksizin yazma sevdalilari sanirim gün gectikce artiyor. sahip olduklari kitaplarla gururlananlari bilirim, kac bin tane kitaplari oldugunu söyleyerek böbürlenenleri cok gordum ama artik bir baska grup, artik kendi yazdiklari kitaplarla gururlanmak isteyenler var. gururlanmanin tüm bicimlerinde oldugu gibi bir budalalik var bu iste.

Saturday, December 19, 2009

gecikmis bir ceviri: oscar wilde'in gizli yasami


bir büyük yazarin biyografisinin türkceye cevrildigini görmek az sey degildir dogrusu. yayincilik dünyasinin bir eksikligi, eksiklikten öte bir kusurudur biyografilere gösterdigi ilgisizlik. neyse ki, son yillarda belli basli yayinevleri bu eksikligi belirli ölcülerde gidermeye calisiyor, ardarda biyografiler yayinlaniyor.


yilin su son zamanlarinda, bir oscar wilde biyografisinin, wilde'in ölümünün üzerinden bir asir gectikten sonra türkceye cevrilmis olmasi bir mutluluktur mutluluk olmasina ama bir üzüntüdür ayni zamanda dünyadan ne kadar kopuk yasadigimizi göstermek anlaminda.


karamsarligin icinde bogulmadan, imge yayinevi'ne neil mckenna'nin oscar wilde'in gizli yasami adli biyografiyi, wilde'in iliskilerini söylentilerden uzak ve dürüst bir sekilde izini süren bu kapsamli arastirmayi türkceye kazandirdiklari icin tesekkur etmeliyiz. tabii ki kitabi ceviren cemil büyükutku'yu da unutmadan.

Friday, December 11, 2009

coco chanel

igor stravinsky ve coco chanel filmine gitmis, sonra da bir merakimi yazmistim. gabrielle coco chanel icin stravinsky bir heyecandi belki ama bir ask degildi, ben coco chanel'in hayatindaki hangi adam icin 'sen benim her seyimsin' dedigini merak ediyorum demistim. aklimda bir isim vardi, izledigim filmde de sadece bir isim olarak geciyordu, arthur 'boy' capel. iste bu iliskiyi merak ediyordum.

cnbc-e'de iki hafta icinde iki bölüm olarak yayinlanan 'coco chanel' filmi, bu iliskiyi, coco ve arthur capel iliskisini etraflica anlatirken, sanirim chanel'e ve onun capel ile olan iliskisine hakaret niteliginde cekilmis stravinsky filminin kepazeligini de ortaya koymus oldu.

bu aksam ikinci bolumunu seyrettigim coco chanel filmini sevdim. coco chanel'i sevmistim, bu filmden sonra daha cok sevdim cunku bu filmde her sey yerli yerine oturuyordu, coco'nun söyledigi hicbir cümle egriti durmuyordu, üzerine sonradan yapistirilmis hicbir cümle yoktu, namuslu bir bakis acisiyla cekilmis, istenmeyen konulara hic girilmemis, ele alinan yerlerin de dürüstce hakki verilmisti.

peki ya film merakimi giderdi mi. evet, fazlasiyla. arthur capel'i 'hayatin kendisinden daha cok seviyorum' diyordu coco. capel'in bir kaza sonrasi ölümü coco'nun hayatinda üstesinden gelemeyecegi bir sorun olarak kalmis olabilir demistim yine bir önceki yazida, öyle de olmus, yasaminin son zamanlarinda adini andigi tek isim arthur 'boy' capel olmus.

filmin sonlarinda 'boy' icin söyledikleri aglatti beni, yüzündeki kirisikliklar, kücülmüs bedeni ancak hic bitmeyen zarafeti icinde sevgilisini anlatiyordu: "boy, benim yoldasim, arkadasim, agabeyim, kardesim ve askimdi."

bazen böyle anlar olur, ruhunuzun icine yüksek bir tepeden bakiyor gibisinizdir, önce ürpertici bir serinlik duyar sonrasinda yemyesil bir bahcenin icinde dolastiginizi fark edersiniz. envai cesit koku duyar, renk renk ciceklerin arasinda gezinirsiniz. ruhunuzdan cicek toplarsiniz, topladiklariniz duygularinizdir. iste ben bu gece, gözümden yaslar akarken, ruhumdan cicek toplamaya basladim, topladikca sakinlestim, rahatladim ve kollarimda ciceklerle gülümsedim.

Monday, December 07, 2009

erkan özerman mi daha kibirli derya büyükuncu mu?

enrico macias vardi gecen gece ekranda. yaninda büyük organizatör erkan özerman, hemen karsilarinda türkücü mahmut tuncer yer aliyordu. mahmut tuncer ve enrico macias isimlerini yanyana görünce dahi gülmeye baslayan bir tuhaf toplumumuz var. bir de bu iki isim üzerinden eglence arayanlar olunca hayli sevimsiz görüntüler ortaya cikabiliyor. benim dikkatimi ceken mahmut tuncer ve erkan özerman arasindaki bir diyalog oldu. tuncer, enrico macias gibi büyük bir sanatcinin karsisinda bulunmaktan onur duydugunu gayet zarif bir sekilde ifade etti, onun bu sözlerini enrico macias'a tercüme etmesi istenen erkan özerman, hic böyle bir ceviri yapmadigi gibi tuncer'i kendisi yanitlamayi tercih etti ve söyle bir cümle kurdu: "hic merak etmeyin biz de sizi takip ediyoruz, paris'teki evimde televizyonu aciyorum, 500 kanal önümde."

erkan özerman, paris'teki evin dillere destan, 500 kanalli televizyonun da öyle. gönül ister, dünyanin dört bir yaninda evin olsun lakin sen 70 yasinda, hala en fazla alkisi ben isterim diyen huysuz assolistler gibi konusarak ne yapmaya calismaktasin, anlamakta güclük cekiyor ve üzülüyorum.

bir de kucuk bir karsilastirma yapmak istiyorum. ayni programin gec saatteki konuklarindan birisi milli yüzücü derya büyükuncu'ydu. büyükuncu, gec saatte yayina alindigi icin biraz gergindi, kendisine söz verildiginde de biraz ölcüsüz, biraz ayari sasmis bir konusma yapti. 25 senedir milli sporcu oldugunu, bir efsane yarattigini, bu efsaneyi görmek isteyenleri abdi ipekcideki yarismaya bekledigini söyledi. bugun eksi sözlükte gördüm ki herkes, büyükuncu'nun magrur sözlerinden, kendisiyle gururlanmasindan, böbürlenmesinden sikayetci. büyükuncu, senelerdir görmezden gelinmenin, tüm basarilarina karsin yok sayilmanin icinde birikmis öfkesiyle, 'yakisikli sen de bir seyler söyle' diyen sunucunun bardaktaki son damlayi da tasirmasiyla feryada gelmis, ben bu öfkeyi anlayabiliyorum.

erkan özerman, mahmut tuncer'i seni paris'teki evimden 500 kanalli televizyonumdan takip ediyorum diyerek kendince onurlandiriyorken, neden bu küstahlik kimsenin dikkatini cekmiyor da genc bir yüzücünün kizginlikla ortaya cikan böbürlenmesine herkes veryansin ediyor, iste bunu anlamiyorum.

görünür adamlarin kusurlari görünmez olurken, hic görünmeyen, sesleri hic cikmayan adamlarin sesleri, kusurlari hemen görünür kilinir ve onlar görünmezlige terk edilir.

iktidar mi ariyorsunuz, hegemonya mi ariyorsunuz, hiyerarsi mi ariyorsunuz, iste bakin, görünür adamlarin pisliklerinin nasil temizlendigine bakin, saglamasini da eksi sözlükte önce derya büyükuncu sonra da erkan özerman'i aratarak yapin.

Saturday, December 05, 2009

gösteri dünyasi, sahtelikler, kirlilikler

okumadigim ancak cokca okundugunu bildigim, uzun zamandir da varligindan haberdar oldugum bir populer blog yazarinin vedasini gördüm. böylesi veda yazilarini garipsiyorum. yaziyla samimi bir iliski kurmus, yaziyi kisiliginin bir parcasi haline getirmis olanlar sanmiyorum ki 'hoscakalin, bu blogun sahibi artik burada olmayacak, sonsuz tesekkurler' gibi aciklamalarla dolu sirk gösterisi niteliginde veda yazilari yazsinlar. unutmamak gerekir ki, sözcüklerin bir agirligi vardir, veda kelimesinin de bir agirligi vardir, o agirligi tasiyamayacaginizi düsünüyorsaniz o kelimeyi etmezsiniz. aman tanrim, ben neler diyorum, öyle ya bu dünyada neyin agirligi kaldi ki, sözcüklerin agirligi kalsin.

bütün bu yazi kirliliginin icinde bir de sessiz sedasiz yazilarini donduranlar, durduranlar var ki esas onlar yazsinlar istiyorum. onlar ki yaziya hakkini verenler, yazida icini dökenler, öylesine sade, öylesine sahici ve öylesine dürüst.
cool hit counter