Saturday, February 25, 2012

kizima

o son birayi yine disarida, besiktas sahilde ictikten sonra evdeyim. bakalim buraya bir seyler yazabilecek gücüm kalmis mi.

st. pulcherie lisesi'nin düzenledigi 'yasar kemal'in romanlarinda baskaldiri' konulu bir makale yarismasi bugun bir törenle sonuclandi. katilmayi cok istedigim bir etkinlikti ama orada, ögrenciler, veliler, 'kalabalik bir davetli grubu' arasinda huzursuz bir gece gecirmek istemedigimden geceyi birkac dostumla birlikte raki masasinda bitirdim. dogrusu, esas korkum liseli ögrenciler arasinda hüzünlenmekti. onlarin arasinda, bir anda kendi kizimi hayal edecek ve ister istemez hüzünlenecektim. sabahtan beri oturdugum yerde, 'yasar kemal icin ne düsünüyorsun' diye soran kizima cevap vermekle mesgul degil miydim. benim kizim da liselerarasi bir yarismada yasar kemal icin birkac satir yazsin istemez miydim. aslinda istemezdim sanirim, muhtemelen rüya (ya da) nisan da, böyle makale yarismalarina ilgi duymayacak bir kiz olacak. belki yasar kemal ile de zerre kadar ilgilenmez, kendisi bilir, yeter ki kafasindaki tarihsel akis/süreklilik icinde edebiyatimizin bu önemli ismine anlamli bir yer ayirsin. laf aramizda, ayirmasa da ben onu cok sevecegim.

Thursday, February 16, 2012

gevezelik etmek

biraz gevezelik yapayim, hafta boyunca aklimdan gecenleri kisa kisa paylasayim.

- caddebostan kültür merkezi'nde sabahattin ali sergisi var. 3 mart'a kadar bu sergiyi mutlaka gezmek istiyorum. 'bir fotograf cami' baslikli serginin, önceki sabahattin ali sergilerinden daha kapsamli olmasi beni iyice kiskirtiyor. sabahattin ali üzerine yayimlanan son calisma 'filiz hic üzülmesin'i hala okuyamamis olmak da beni huzursuz ediyor. simdi bunlari yazarken sabahattin ali'yi neden cok sevdigimi de maddeler halinde aklimdan geciriyorum ve tuhaftir aklima her seyden önce dönemin valisi lütfi kirdar'la bir gece beyoglu'nda taksim gazinosu'nda karsilasmalari geliyor. polisin, sabahattin ali'yi köse bucak aradigi zamanlar, onun elini kolunu sallaya sallaya, kimseye aldiris etmeden gezdigi zamanlardi. taksim gazinosu'nda, lütfi kirdar'in masasina gidip onunla rahatca konusmus, hatta elestirmis olmasi bana sabahattin ali'nin nasil güvenli bir kisilige sahip oldugunu, güvenle konustugunu hatirlatiyor.

- yky'den cikan adorno biyografisini okuyorum su sira. henüz 50-60 sayfa okudum ama iyi bir calisma oldugunu simdiden rahatlikla söyleyebilirim. detlev claussen, yahudi kimliğinin ve alman aristokrasisinin 19. yüzyil frankfurt'undaki degisimlerini, bir kentin dönüsümü esliginde anlatirken, adorno'yu ve alman edebiyatinin heinrich heine gibi önemli isimlerini böyle bir atmosfer icinde cok farkli bir bakis acisiyla görmemize imkan veriyor.

- nadir nadi'nin anilarina da tekrar tekrar geri dönüyorum. haftanin alintisini da ondan yapayim. 1940'li yillarin basinda paris'te, cahit sitki taranci ile birlikteyken nadir nadi'nin aklindan sunlar gecer: "aksamlari grand hotel'in genis ve kasvetli holünde cok kez kardesim dogan'la, arasira da sair cahit sitki'yla bulusuyor, gevezelik ediyorduk. dogan dinlenmek, cahit de ögrenmek amaciyla paris'teydiler. ne birinin dinlendigini, ne de ötekinin ögrendigini pek sanmiyorum. ögrendigini pek sanmiyorum derken, cahit sitki'yi kücümsemek gibi bir duyguya kapilmadigimi belirtmeliyim. galatasaray'dan arkadasim olan cahit, cok zeki, cok duygulu, biraz icine kapali, durmaksizin kendi kendini arastiran gercek bir sairdi. dis görünüsünü cirkin sanmasi onda birtakim kompleksler dogurmustu. oysa, ic zenginliginin yüzüne vuran isiklariyla biz onu hic de cirkin görmezdik. tadi rakiyi andirdigi icin cahit, paris'te hemen her aksam pernot iciyordu. kadehlerin biri konup biri kalktikca, istanbul özlemi icinde kivranan sevimli sair yeni tamamladigi misralari kekeleyerek okur, ya da mektuplastigi arkadaslarindan bize dumani tüten yurt haberleri getirirdi."

nadir nadi'nin bu sözleri, bütün bir hafta bana eslik etti diyebilirim. sokaklarda yürürken, 30'larin, 40'larin paris'ini düsünüyor, resat nuri'leri, cahit sitki'lari gözümün önüne getirmeye calisiyordum. sonra aklima 'midnight in paris' geldi de gecmis zaman hüznünü aldi götürdü benden. gülümsedim.

Saturday, February 11, 2012

uzun icmek kesin icmek

ben bu gece biraz sarhosum. istiyorum ki su sarhos halimle buraya bir seyler yazayim.

bu gece, bir raki masasinda 10 - 15 arkadas beraberdik. her ne kadar son senelerde üc dört kisiyi asmayan toplantilara katilmayi tercih etsem de bu aksam bir istisnaydi ve ben böylesine kalabalik bir masada kendimi, senelerin benden götürdüklerini, benden götüremedikleri, düsünürken buldum.

biz öyle bir masaydik ki bu masada yeni evli ciftler vardi, yeni dogmus cocuklarinin heyecanini yasayanlar vardi, kendilerini islerine adayan, sirf bu meslek asklari yüzünden masaya gec katilanlar vardi. öyle saniyorum ki, bizler, bir masa cevresinde gecmiste oldugu gibi bugun de bulusabilen ancak yasamin gerceklerine her gecen gün biraz daha fazla uyum gösteren, biraz daha fazla boyun egen, tuhafliklarini her gecen gün biraz daha fazla törpüleyen trajik varliklardik.

hemen arka masamizda, bizdeki siradanlagin, sakinliğin, bir cesit oturmuslugun aksine ele avuca sigmayan, cilgin mi cilgin bir grup genc vardi. elbette, gecenin büyük bir bölümünü onlari gözlemleyerek gecirdim. oralarda, onlarin yaninda unuttugum bir sey mi var acaba diye hüzünlendim, onlarin yanina mi gecmeyelim, istedigim hala bu mu diye kendime ictenlikle sordum. düsüncenin, düsünmenin, herhangi bir konuda kafa patlatmanin nasil bir sey oldugunu ögrenenler icin kafalarinin bir hayli daginik oldugu yüzlerinden bile belli olanlar ne kadar ilgi cekici olabilirler ki diye dusundum.

o sirada tam karsimda, dikkat cekici göz makyaji, belki bir gece önce silinmis ojeleri ve kizila calan dalgali saclariyla bizim masaya seslenen, söyledikleri sarkilara bizden de katilim bekleyen bir kiz gördüm. gülümsedim ona, bir yudum daha raki ictim, senelerin hizla gectigini düsündüm.

beyoglu'nda sarapcilarla sabahlamamdan korkan ve alkolik olmani istemiyorum diye diye benden kopan sevdiklerim oldu. aradan gecen onca zamanda, alkolik olmadim belki ama hala o son birayi sokaklarda icmeye devam ediyorum. gecmise sahip cikmaktir belki bunun adi, belki hic büyüyememek, belki sokaklarda bira icmeyi sevmektir tek nedeni.

hayat devam ediyor, kendimi anlama cabasi ve kendimle yüzlesme istegi hic bitmiyor.

Saturday, February 04, 2012

hic büyümeyenler

her seyin üzerime üzerime geldigi zamanlarda biraz saklanmak, biraz sakinlesmek, biraz nefes almak icin sevdigim yazarlarin nobel konusmalarini okuyorum. saul bellow ve orhan pamuk'un konusmalarini digerlerine göre daha sik okuyorsam, bunun nedeni her iki yazarda ortak olan cocuksu mutluluk arayisidir diyebilirim. acikcasi, orhan pamuk'un, o pek lafini etmese de, saul bellow'dan epey etkilendigini düsünüyorum. öyle ki, 'saf ve düsünceli romanci' kitabinda yaptigi kuramsal tartisma, derinlikli cözümlemeler bellow'un 1976 yilindaki nobel konusmasina bir selam niteliginde görünüyor bana. orhan pamuk'un ressamliktan vazgectigi, yazar olmaya karar verdigi yillarda, saul bellow nobel ödülünü aliyordu. acaba orhan pamuk nasil karsilamisti bu ödülü, belki de hic haberi olmamisti, kim bilir belki bir gün ayni ödülü kendisinin de alabilecegini hissetmisti, kim bilir...

ben bu adamlari cok seviyorum, romanlari, roman sanatina katkilari bir yana, onlari bazen hicbir seyi umursamadan cocuksu laflar edebildikleri icin seviyorum. nobel yemegine gitmeden evvel yaptigi konusmada, ciddi laflari pazar gününe sakliyorum, bu gece icimdeki cocugun mutlu gecesi diyen saul bellow'u seviyorum. ayni geceye giderken, kimin ne söyledigini bu gece düsünmeyecegim ve gecenin tadini cikaracagim diyen orhan pamuk'u seviyorum. ben bu adamlari hic büyümedikleri icin seviyorum.
cool hit counter