Tuesday, December 28, 2010

aynalar ve sirlar

sahnedeki dev aynalari gorur gormez, bir yüzlesme, bir hesaplasma, bir hatirlama ve karsilasma gecesi mi bu kendimle diye gecirdim icimden. aynalar, tabii ki sirlar ve oyunun adi tehlikeli iliskiler. cogaldikca cogaliyoruz aynalarin icinde, sirlarimiz cogaliyor, sirlarimiz birbirine karisiyor ve biz bazen tutarsizliklarimizin, dengesizliklerimizin icinde bocaladikca bocaliyoruz. tehlikeli iliskiler romanindan aklimda kalan insanin bu bocalama haliydi ve aklimizin bu bocalamayi durdurmaya gücünün yetmeyecegi. bu gece oyunu izlerken romanin icinden coktan unuttugum bir cümlenin altinin cizildigini gördüm: "elimde degil."

bazen bir duygunun pesinde oradan oraya sürüklenmemek, elimizde olmayabiliyor. bazen kiskancligimizla bir insanin yasamini kabusa cevirebiliyoruz, elimizde degil. bazen en yakinlarimizin canlarini acitirken, gozlerinin icine baka baka, belki pismanlikla belki acimasizlikla o iki sözcügü fisildiyoruz, elimde degil. bazen bu sekilde bir yikima sürüklüyoruz yasamimizi, gözyaslariyla doluyor gecelerimiz, elimizden kayip gitmis, yitirilmis bir mutlulugun acisini tasimak kaliyor bize, süresi ne kadar belli degil. tehlikeli iliskiler'in kahramanlari bocaliyorlar, hepimiz gibi, hic bilmedigimiz duygularla tanistigimizda kafamiz, gonlumuz, ruhumuz, dünyamiz nasil karisiyorsa onlarinki de karisiyor. önüne gecilmesi zor, direnmesi zor, engellemesi zor bocalamalar, verilmesi zor kararlar da o zaman basliyor.

lafi ne cok uzattim, valmont'u levent üzümcü oynuyordu, bence oynamamaliydi, oynadigi rolün hakkini veremedigini düsünüyorum. bana "neden oyuncu olmadim sanki" bile dedirtti. hatta yanimdaki hanimefendiye sordum, oyuncu olmak icin gec mi kaldim acaba diye. olamazmisim, mesela yilan gibi yerde sürün deseler sürünmezmisim. benim cok aklim yatmadi ama neyse.

tuhaf ama bu gece iyi gibiyim, gidip bir bardak cay icmeli. ah bir de unutmadan, bence sirlariniza sahip cikin, su kisacik yasamda güzel bir seyler varsa o sirlarin icindedirler.

Monday, December 20, 2010

eylülsem

bu gece bos sokaklar ve sokak lambalari bana edip cansever'in dizelerini hatirlatti.

her sey o kadar dokunakli ki
eylülsem, istemeden kiriliyorsam bazen
daginik, renksiz bir mozayik gibiysem
üstelik yalnizsam bir de -telefonda kus sesleri-
aynalardan duvarlara bir üzünç akintisi
bu dünyada çekingen olmak çok iyi bir seydir baylar.

Wednesday, December 15, 2010

altan öymen

gectigimiz gün, altan öymen'in gazetecilikteki 60. yili kutlandi. bazen arkadaslarim takilirlar bana, 'ne bicim adamsin, sevdigin tek bir köse yazari, tek bir gazeteci de mi yok' derler. onlara söyledigim birkac isimden biridir altan öymen. onun yazilarindaki serinkanliligi severim her seyden önce, kimseyi suclamayan, kimsenin gönlünü hos etmeye calismayan, duyduklarini, gördüklerini, sezdiklerini akici bir dille anlatabilen titiz, dikkatli, adaletli bir yazardir altan öymen. su zamanlarda az bulunur niteliklerdir bunlar, öfkesine yenik düsmeyenini zor bulursunuz, kisisel tarihindeki trajedilerin esaretinde yazi yazanlarin hincindan ve nefretinden bunalirsiniz, olgun bir tavir, nesnel bir durus ararsiniz. boyle bir arayistaysiniz, size önerebilecegim isim altan öymen'dir. ben bunca zaman onu örnek aldim, dilerim bir parca da olsa onun gazetecilik anlayisini, olaylara ve insanlara bakarken hak gözeten olgunluğunu, alcakgönüllügünü icsellestirebilmisimdir.

üniversitenin ilk yıllarinda hüseyin cahit yalcin, ahmet emin yalman, refi cevad ulunay gibi cumhuriyet tarihinin önde gelen gazetecilerini merak eder, sahaflarda, kütüphanelerde onlarin yazilarina ulasmaya calisirdim, bir sezginin pesinden giderdim, onlari anlayabilirsem bütün bir cumhuriyet tarihini de anlayabilecekmisim gibi gelirdi bana. diyecegim o ki, ben bu yazarlarin pesine nasil düstüysem, eminim gelecek nesiller kendi tarihlerini onlara tarafsiz bir sekilde anlatabilecek büyük bir gazetecinin, altan öymen'in pesine düseceklerdir.

Friday, December 10, 2010

güncel

bazen izlediginiz film yaraticiliktan ne denli uzak ve türünün ne denli yetersiz bir örnegi olsa da hissettirdigi bir duyguyla, insanlara dair iskalamadigi ve altini özenle cizdigi bir duyguyla yakalayabilir sizi. av mevsimi benim icin boyle bir filmdi. sasirtici degildi, kimi sahneler gülünctü, kimi karakterlerin sunumu rahatsiz edici bile bulunabilirdi. ne var ki, filmin sonunda öne cikan duygular, merhamet ve aci cekmek oldu. yavuz turgul'un bu duygulari özellikle vurgulamis olmasiydi filmi bana sevdiren. filmi sevdigimi söyledigim bir dostum, 'bari sen yapma, kliselerle dolu bir filmdi, nesini sevdin' dedi. en azindan 'cogunluk' filmi kadar klise bir film degildi deyiverdim. su 'cogunluk' gercekten de ne klise filmdi ama.

bir de ögrenci protestolari icin bir iki kelime etmeli. mülkiye'de iki anayasa hukukcusunu, burhan kuzu ve süheyl batum'u ögrenciler konusturmuyorlar, birisini defol git diyerek, digerini yumurtalarla amfinin disina gönderiyorlar. siyaset bilimi ögrencilerini diger üniversite ögrencilerinden ayiran temel bir fark vardir. bana göre, düsünce tarihi, siyaset felsefesi gibi dersleri hakkini vererek takip etmis ögrencilerin en önemli kazanimi, karsilarindaki insanin ne zaman sacmalamaya basladigini, kavramlari ne zaman birbirine karistirmaya, kendini ne zaman tekrar etmeye basladigini hemen anlayabilmeleridir. diyorum ki keske ankara siyasal'daki arkadaslar bu iki akademisyen sifati da tasiyan isme söz hakki verselerdi, o zaman burhan kuzu'nun yumurta yagmuruna tutmadan, dertlesebilecekleri, tartisabilecekleri bir adam oldugunu görme sanslari da olurdu. süheyl batum'u dinlemis olsaydilar eminim amfiyi bir an evvel terk edeceklerdi. su anda mülkiye'de okuyor olsaydim, burhan kuzu'yu dinler, süheyl batum gelince amfiden cikardim. yumurta firlatarak insanlari konusturmamak, ya da hic dinlemeksizin defolun gidin demek benim aklimin alabilecegi bir protesto yolu degil, düsünün bir de serde siyaset bilimci olmak var.
cool hit counter