Wednesday, February 28, 2007

Kate Winslet


ben onun saclarini acik ve dalgaliyken daha cok sevsem de yesil elbisesiyle gecenin en sadesi en guzeliydi kendisi.

Sunday, February 25, 2007

iradesiz

siz hic istemezdiniz boyle olmasini ama oldu iste, nasil da saskin ve caresizsiniz. bu sefer ki caresizliginiz kendinize, kendi icinizde sizin mantik ve iradenize zincir vurmus diger kisiye. pismanlik deseniz degil, vicdan azabi deseniz belki biraz anlatabilir hissettiklerinizi. daha sonra ben bunu nasil yaptim diyeceginiz ama yaparken de icten gelen bir istekle yaptiginiz davranisin bir daha tekrarlanip tekrarlanmayacagini merak ediyor, boyle bir olasiligi aslinda dusunmek, akliniza getirmek bile istemiyorsunuz.

belki de artik hissettiginiz tum duygularin, en yücesinden en zalimane ve adisine kadar hepsinin sahibi oldugunuzu ve onlari sahiplenmeniz gerektigini dusunmelisiniz. sevdiklerinize yaptiginiz haksizliklarin ne kadar farkindaysaniz, bu haksizliklara neden olan o duygularin da sahibi oldugunuzu ve onlari reddetseniz de asla yok edemeyeceginizi unutmamalisiniz.

Thursday, February 22, 2007

Ögretmen Haluk ve arabasi

babamla dedemin arasinda hicbir zaman asmayi basaramadiklari bir duvar vardi ve sanirim bu nedenle babam bir firsatini buldugunda dedemi gulumseyerek ve özleyerek de olsa elestirmekten hic geri durmaz. mesela ne zaman cocukluk anilarindan soz etse dedemin uzerinde tek bir cizik bile gormeye dayanamadigi arabasini bir gece nasil kacirdigini biraz da gururla anlatir. arkasindan, dedemin yakin cevresi ne yaparsa onun tersini yapmayi gorev bilen bir adam oldugunu ( dedem ömrünün sonuna kadar boyle bir adamdi gercekten ) o yuzden de herkesin bir amerikan arabasi sahibi oldugu dönemde dedemin gidip markasi opel olan bir araba aldigini dertlenerek hatirlar, annemle bana da hatirlatir.

ben amerikan arabalarinin dolmus olarak kullanildigi dönemin cocugu olarak bir zamanlarin o kiymetli arabalarinin kimsenin binmek istemedigi toplu tasima araclarina donusunden üzüntü duyar, o arabalarin icinde yolculuk yapmayi bir sans sayardim. zamanla cagimizin bize sundugu tek sey olan konfor, dolmuslarimizi da daha ferah, rahat ve 'modern' hale getirirken amerikan arabalarinin sayisinin iyice azalisini ve dolmus siralarindan sirf amerikan arabasina binebilmek adina defalarca kuyrugun en sonuna gectigimi hatirliyorum. tabii özellikle de ögretmen haluk'un arabasini.

Biz yillar sonra modadan acibademe tasindigimizda kadikoy-acibadem arasindaki dolmus hattinda simdiki gibi minibusler degil taksi-dolmuslar calisiyordu ve bunlarin arasinda tek bir amerikan arabasi vardi, o da ögretmen haluk dedikleri ( neden ögretmen dediklerini hic anlayamadim) 60 yaslarinda, kalin cerceveli gozlukleri olan ve sarhos araba kullandigi rivayet edilen bir adamdi. Dolmus bekleyenler ögretmen haluk'un arabasina gerek onun sarhoslugu gerek arabasinin rahatsizligi yuzunden binmek istemez, bir sonraki arabayi beklerlerdi. ben de özellikle ögretmen haluk'u beklerdim gerek sarhos bir adamin araba kullanisini merak ettigimden gerekse de amerikan arabalarinda seyahat etmeyi sevdigimden.

Ögretmen haluk'un arabasina ne zaman binsem onun ince belli cay bardigini arabasinin genis ön konsolunun uc tarafina yerlestirmis oldugunu gorur, cayin buharlastirdigi cama bakar ve bundan tuhaf bir haz alirdim. adam arabasinda cay icerken, kendisine sarhos yakistirmasi yapanlara da icten ice kizardim. Herkes oflaya puflaya yolculuk ederken ben arabanin hayli eski ve cizirtili radyosundan cikan ogretmen haluk'un da sessiz sessiz eslik ettigi sanat muzigi sarkilarini dinleyip hüzünlendigimi hatirliyorum.


Ögretmen haluk'u ve arabasini öylesine özlüyorum ki keske ama keske o arabada cocuklugumdaki gibi bir kez daha sadece bir kez daha yolculuk yapma sansim olsaydi.

Thursday, February 15, 2007

yorgun aylar

bahar geliyor, gelisini ne cok kisi sevincle karsiliyor. ben yorgun aylari seviyorum, yorgun aylarda islerinden evlerine paltolarinin gri veya siyah tonlarini yuzlerinde tasiyarak yuruyen yorgun insanlari seyretmeyi seviyorum.

havanin erkenden kararisindaki hüznü, yagmurla beraber issizlasan sokaklari, binalari belirsiz birer nesne haline getiren sisi cok ama cok seviyorum.

Saturday, February 10, 2007

Polis

bugun radikalde haluk bilginer ' tiyatro icin hayatin aynasi derler, hayatin aynasi falan degildir, hayattan daha gercektir' diyerek gonlumu kazandi. Okudugum her roman, izledigim her oyun sonrasi hissettigim, etkisinden uzunca bir sure kurtulamadigim, bana iste gercek yasam dedirten duyguyu vurgulamasiyla kendisine duydugum sevgiyi guclendirdi.

Bilginer in bugunku roportaji 16 subatta gösterime girecek Polis filmiyle ilgiliydi ki bu da benim icin önemli. Polis filmini daha ilk asamalarindan itibaren takip edebilme firsatim oldu. Bundan daha önemlisi bu filmi ortaya cikaran kisinin, onur ünlünün, nasil bir birikime sahip oldugunu, yasami hangi degerlerle yorumladigini onunla zihin acici sohbetler yapmis biri olarak iyi biliyorum ve onun yapacagi her ise ictenlikle inaniyorum.

Polis icin ise eger filmde kullanilan ve dunya sinemasinda da örnekleri fazla olmayan cekim tekniklerini bir kenara birakirsak, izleyiciyi her karesinde sasirtan, bakin bu sadece bir film oyle kendinizi kaptirmayin diyen, özellikle insanin zaaflarini, acimasiz ve karanlik taraflarini olabildigince saydamlastirip ortaya koyan kahramanini bile yuceltmeyen bir film diyebilirim.

Bir de siz izleyin bakalim sevecek misiniz.

Sunday, February 04, 2007

paytakla bir gece

babaliktan cikar cikmaz yine oradaydik paytakla beraber, besiktas sahilde geceyi son bir birayla bitirmek uzere. dun geceye ozel miydi bilinmez besiktasta bira bulma adina epey yol teptik, dersiniz ki besiktasin merkezi olmus konyanin ilcesi.
velhasil gecenin ayazinda, kar yagisinin ortasinda yahu bu gece de biraz soguk burasi diye diye ictik biralarimizi. sahilin tuhaf bir etkisi oluyo paytakla uzerimizde tabii gecenin o saatine kadar icilmis alkolun etkisiyle, itiraf mekanizmasi calismaya basliyor, icimizi dokuyoruz, dile geliyoruz. hatta meyhanede tam onemli bir sey anlatacakken yahu dur diyoruz sahile sakla soyleyecegini.
dun de bir intihar mevzu actik, intihar dedik nasil kuvvetli bir sey boyle nasil da goz alici. intihar tasarilarimizdan soz ettik, bir vakit paytakla beraber cebimize birakacagimiz nota kadar dusunmustuk intihari. hatta okula bustumuzu dikerler de ebediyen denize bakariz demis, gulmustuk. nil pinar geldi aklimiza nereden geldiyse, yahu dedim bu kiz acaba neden intihar etmisti, dusunduk dusunduk, ne de guzel gozleri vardi dedik.
iste boyle bir geceydi, bir yaziyi da bir seye baglamadan bitireyim artik.

Friday, February 02, 2007

Dusmek

kulagimda mireille mathieu nun une histoire d'amour diyen sesi
yagmur damlalariyla beraber dusuyorum
seni dusluyorum
dusuyorum, hep dusuyorum
ben seni hep duserken opuyorum
ne me dis pas adieu.
cool hit counter