Friday, September 26, 2008

okuma ugrasi

son zamanlarda iyiden iyiye dikkatimi cekiyor, ögrenimlerini yurt icinde veya yurt disinda cesitli seviyelerde sürdürmeye devam eden ögrenci arkadaslarimiz, blog sayfalarını ne kadar okuma yapmak zorunda olduklarina dair malumatla dolduruyorlar. bir tanesi isi öyle bir raddeye vardirmis ki, 'okumaktan neredeyse kulaklarimdan kan gelecekti' diyerek anlatiyor okuma yogunlugunu.

boyle anlatimlar, bana biraz tuhaf ve manasiz geliyor dogrusu. ben okuma ugrasinin yasamsal bir ugras oldugunu ve fayda gayesi olmaksizin yani karsilik beklemeden sürdürüldügü zaman anlamli okumalar yapilabilecegini düsünüyorum.

gun boyu ne kadar okuma yaptigini, daha ne kadar yapmasi gerektigini, cevresindeki herkesin de ayni sekilde sadece okuma yaptigini anlatmaya kalkisan birinin iyi bir okuyucu oldugundan süphe ederim. bu minvalde bir okuma anlayisina sahip olanlarin karistirdiklari sey, hirsli bir ögrenci olarak okuma yapmak ve düsünsel bir merakin pesinden giderek okuma yapmak arasindaki farktir.

Wednesday, September 24, 2008

geçip giderken

bir zaman geliyor ve insanin kendisine sorduğu sorular çoğalıveriyor. bunca zaman nasıl geçti, o zamanın içinde durduğum yer neresiydi, kimler tanık oldu yaşamıma ve kimler geçip gitti usulca diye düşünüyor insan.

dar yollardan yürüyüp, dar kapılardan geçmek fikri zihnime öylesine nakşolmuş ki, senelerden beri böyle hissetmiş, böyle yaşamışım gibi geliyor. iyiliklerin kötülükler karşısında üstün geldiği bir yasamsa sayet benimkisi, bundan öte bir beklentim de olmaz bundan sonrası için diyesim geliyor. sonra birdenbire, kimi zaman sözde mühim meseleleri yaşamımın odağına nasıl yerleştirdiğim, nasıl da yaşamın anlık güzelliklerini içime çekmeyi unuttuğum, bir rüzgar esintisini yüregimin derinliklerinde duyumsamaz olduğum anları hatırlıyorum. bundan sonrası için dileğim, yolda yürürken beni gökyüzüne ve kendi ruhuma bakmaktan alıkoyacak maddi yaşamın uğursuz baskılarından uzak kalmaktır.

ve bir sene daha, geçip gitti.

Friday, September 19, 2008

zor zamanlar

yazılmış olan hiçbir seyin mükemmel olamayacağını düşündüğüm halde, halen en iyi sevdasına tutulmanın zararını görüyor, iyi denilebilecek bir çalışmayı tamamlamakta güçlük çekiyorum.

Monday, September 15, 2008

imparator fatih

milli futbol takımımızın antrenörü fatih terim, biraz hırçın bir adam.

son milli maçta, belçikalı meslektaşına yaptığı el kol hareketleriyle, öfkesinin dizginlenemeyeceğini de göstermiş oldu. bunun ötesinde, bir futbol yorumcusuna, ağzına gelen küfürü söyleme hakkını bulmuş kendisinde.

belçikalı antrenör için kariyeri küçük diyor, yorumcu için zaten kimse onu okumaz, bilmez diyor. bana kalirsa, fatih terim'in kariyeri, insanlığını gölgelemiş görünüyor. kariyeri yükseldikçe, insanlığı azalmış sanki. gönül ister ki, toplum nezdinde kınansın bu fütursuz ve sorumsuz davranışları.

yine de şükredelim, fatih terim'in görev alanı, futbol sahasıyla sınırlı. ya güzide ordumuzun muteber bir paşası olsaydı. işte o zaman görürdünüz fatih'in gazabını.

Friday, September 12, 2008

sahici bir adama veda


kendine özgü bir adamdı tayfun kurt. kendine özgü oluşunun nedenini, onu tanımadan evvel, hırçınlığında, dükkanından içeri girenlere, hoyratça ve biraz da küstahça yaklaşımında bulurdunuz. tanıdıktan sonra, size yavaş yavaş da olsa, yüreğinin iyi taraflarını hatta insancıllığını gösterirdi.

altıyol'daki çınardibi sahafın sahibinden söz ediyorum. dükkanında, uyulmasını beklediği davranış kurallarının dışına çıkanları, dükkandan kovarak cezalandıran biriydi tayfun abi. gözünün tutmadığı birisine kitap satmaz, dükkanda belli bir süreden fazla kalmasına da izin vermezdi. kendinizi ona tanıtmanın ve biraz da sevdirmenin yolunu bulduysanız, size milli kütüphanede yer alan makaleler ve kitaplar dizinini bir cd ye kopyalayip verecek kadar da içten ve yardımsever biri olabilirdi.

dükkanının içinde dolaşıp, kitaplara göz gezdirmek isteyenlere de izin yoktu zira tayfun abi, bir kitabın gerçek okuyucusunu bulmasını isterdi. o kitabı en çok kim okumak istiyorsa, kitap ona gitsin isterdi. onun bu açıklaması, bana her zaman makul görünmüştür. ne var ki, içeri giren müşteriye bir şüpheliye bakar gibi bakmasını, kimi zaman tüm isteği kitaplara bakmak olan okuyucuları azarlama noktasına gelmesini de hiçbir zaman anlayamadım.

ne kadar ters, ne kadar aksi ve ne kadar asık suratlı olursa olsun, hiçbir sahteliği olmayan, hakiki bir adamdı sahhaf tayfun kurt. benim için sahhafların en ilginci ve en çok merak edileniydi, tuhaf ve şaşırtıcı derecede sahici bir adamdı.

dilerim gittiği yerde huzuru bulmuş olsun.

Saturday, September 06, 2008

aznavour, türkiye'ye gelsin

gazetelerde en önemli gündem maddesi, cumhurbaşkanı abdullah gül, erivan'a maç izlemeye gidiyor. bu ziyaretin sembolik öneminin ne olduğunu, ermenistan-türkiye ilişkilerinin normalleşmesi yönünde bir başlangıç olabileceğini günlerdir okuyoruz. hemen hepsine katılıyorum ve ziyareti destekliyorum.

abdullah gül'ün bu olumlu adımına ermenilerin bir jestle karşılık vermesi beklenmez mi diye de düşünüyorum ve aklıma charles aznavour geliyor. aznavour, ermenilerin dünya çapındaki temsilcisi, onların sesi ve elçisi. bugune kadar, dünyanın gördügü en önemli sanatcilardan biri olan aznavour'u türkiye'de hiç dinleyemedik. aznavour, türkiye'ye gelmek için resmi davet beklediğini açıklamıştı, bugune kadar hiçbir hükümet aznavour'u davet etmeye yanaşmadı.

şu son gelişmeler, bana, aznavour'un artık türkiye'ye gelip bir konser vermemesi için bir neden kalmadığını gösteriyor. abdullah gül, erivan'a gidip maç izleyebiliyorsa, aznavour da istanbul'a gelip şarkı söyleyebilir ve bence söylemeli, artık söylemeli. onu sabırsızca bekleyenleri daha fazla bekletmemeli ve türkiye-ermenistan ilişkilerinde en az cumhurbaşkanımızın attığı adım kadar önemli bir adımı da aznavour atmalı, ermenistan adına ve bu iki ülkenin arasındaki gerginliği yatıştırmak ve ilişkilerde yeni, barışçıl bir süreç başlatmak adına.

Wednesday, September 03, 2008

adam yerine konmak

yaşamından alkolü çıkarmak için mücadeleye girişecek kadar alkolün zararını görmüş bir adamın söyledikleri yüreğimi burktu bu gece. "değersiz hissediyordum kendimi" diyor, "bir hamam böceği gibiydim, insanların beni sevmediklerini düşünüyordum." benim için esas vurucu sözler, kendisini değerli hissedebilmek adına, adam yerine konulduğunu görmek adına yaptıklarını anlatırken söylediği sözler oldu. lokantalara girip garsonlara bolca bahsis verdiğini, garsonların göstereceği ihtimamla kendisini iyi hissetmeye çalıştığını söylüyordu. bu sözleri cesaretle söyleyebildiği için onu kucaklamak isterdim.

lokantada garsonlara bolca para vererek kendini iyi hissetmeye çalışan bir adamı tuhaf bulduysanız, bugun politikaya girip, iktidar sahibi olmak isteyenleri bir düşünün. Flaubert'in, kahramanı monsieur dambreuse için söyledikleri geldi aklıma. "iktidarı öyle büyük bir aşkla seviyordu ki kendini satmak ayrıcalığı için para öderdi." işte tüm isteği adam yerine konmak olan bir insan daha, sadece diğerinden çok daha hırslı ve daha ahlaksızca, kirli işler yaparak bunu sağlamaya çalışıyor. bugun televizyondan kendisiyle ilgili haber yapan magazin muhabirlerine "üç kuruşluk adamlar" diyen hande ataizi'nin derdi de adam yerine konmak. peki ya bizler, şu bloglara gelen yorumları gördüğümüzde adam yerine konduğumuzu görerek, iyi hissetmiyor muyuz kendimizi, dahası sırf adam yerine konmak için blog hazırlayanlar yok mu aramızda.

daha önce de yazmıştım, ara sıra sırtımızı sıvazlayacak, bize şu yaşamda varolduğumuzu hatırlatacak insanlara ihtiyacımız var.
cool hit counter